4 Nisan 2018 Çarşamba

Yükselebilir mi insan, düşerken?

     Öyle bir dönmüştük ki sırtımızı birbirimize, geri dönüp daha senelerce güleceğimizi bile bile, küfretmiştik. Birden fazla. Ardımız hariç her sese kulak verdik, gözlerimiz dolanıp durdu bir o yana bir bu yana. Niceleri de ağlar dedim. Anasız, babasız, kardeşsiz, sevgisizlikten boş bir kale. Biz ise sadece küfretmiştik.
     "Eh, kapat gözlerini, baca temizleme yapalım." Minik bir özentilik, sarkıttık bacakları şehrin en güzel manzarasından. Rüzgar ılık, yanyana. Anında boşaldı zihnim, kapattım kendimi, bomboş, sessiz, yanyana.
     İlk başta ihtimalim bile yoktu, sevilmezdim ben. Ben de sevmezdim açıkçası. Herkesin elinde yok ki bi kitap, birlikte sürüklenelim. İşte o on beş dakikalık yolu, saatlerce yürürken adam oldum ben. Yol kenarında Sibel Can albümünün üzerine işerken ben, ben oldum. Çaldığım bisikleti fırlatıp, yerden izmarit toplarken yükseldim ben. Tek lokmasız üç gün boyunca ağrıyan midemle, dans ederken büyüdüm ben. Baş kaldırmıştım yakınıma, elaleme falan filan. Eh deliydi kanım fakat yenilmezdim. Etkilenmezdim. Biraz suyu da sevmezdim ben. Sessizlik hakimdi benliğime. İçerdim, gezerdim, yollar, kamplar, şarkılar, türküler, yazılarım, şiirlerim, bestelerim, nasırlarım, kanayan alnım, ağrıyan karnım. Sessizdim işte.
     O gece dondurma yedim, bomboş mideye. Nasıl mutluydum, kimsesizler yurdu gibi tıkış tıkış, bir o kadar da huzurlu. Hiç ezilmedim o zamanlar, hep yükseldim ben. Hep. Kuştum ben, kafama eserdi uçardım böyle nehirlere, dağlara, ağaçlardan bulutlara, gecelerden alacakaranlıklara. Yere santim kalana kadar alçalırdım fakat asla düşmezdim.
     Sonunda ise hikayenin, kopardım heybetli kanatlarımı. Gözüm görmesin fazlasını diye. Neden mi? Bencillik ve aptallıktı sadece.